28 Ocak 2010 Perşembe

Canavarlar

Kimin hayatını yaşıyorsun sen?Kendininkini mi? Öyle mi? Hep mi? Dursan baksan şimdi ne kadar kaldın bu hayatta? Kendinde ne kadar sen varsın? Dursan baksan şimdi, kendini ikna ede ede ne kadar yol gittin kendinden?"olması gereken bu" diye,"Hayatın zaten pek fazla numarası yok"?"Zaten daha ne olacaktı?" diye..."Burası iyi,güvenli" diye diye diye...
Ne kadar yol gittin kendinden hikayeler anlata anlata? Düşünsene, o hikayelerle ne kadar çok zaman oyalandın aslında başkasının olan hayatlarda? Oysa bi gün...
Kendine geri yürüyeceksin.Bu yüzden dikkat et de fazla uzaklara gidip geri dönüş yolunu kaybetmeyesin.

Beyaz çakıllar bırak...
Dikkat et. Bir gün geri dönüş yolu için kendine beyaz çakıl taşları bırak mümkünse. Çünkü sonra dönüp geriye baktığında kendine geri giden yolu hiç bulamayabilirsin.Yerini yönünü şaşırıp, ormanda çöküp kalmış çocuk gibi etrafında çoğalan seslerden korkabilirsin.
Bir gün, söylüyorum sana, büyük bir sarsıntıyla kendini bir vitrin camında göreceksin. İnsanlar gelip geçecek arkandan, hayat arkada akmaya devam edecek. Sen donakalacaksın.
Elinde çantan olacak belki, çantana şaşıracaksın. Üzerindeki paltoyu kim yapıştırdı sana, bu atkıyı kim sardı boynuna?Bu yüze çizgileri hangi kayıp zamanlar çizdi? Sen oradamıydın o zaman?
"Bütün bunlar oldu mu?" diye şaşıp öylece vitrin camında eskidenki bir halini göreceksin. Kendini ne kadar özlemiş olduğunu düşünüp öylece, arkadan insanlar akarken, yollar geçerken arkandan, içinde çekirdeğin burularak,bir gün söylüyorum sana, kendine geri dönmekten başka bir çaren olmadığını göreceksin.
"Bedeli neyse ne!" diyeceksin."Kim üzülürse üzülsün!" diyeceksin "Olacaksa olsun bütün ayıplar". İnsan ancak yeniden canlanınca anlar ne kadar cansızlaştığını. Yeninden kıpırdamaya başlayınca damarın anlarsın o ana kadar kendini uyuttuğunu. Yaşamaktan başka ne varsa onları yapıyor olduğunu.
İşte tam o zaman önünde derin, dibi görünmeyen bir uçurum açılacak. Sen eğer o yardan aşağıya atlamazsan en derin karanlıklardan daha karasına gömülecek gibi hissedeceksin kendini.
Artık bu hayat, bu başkasının olan, yakanı paçanı bıraksın, o uçurumun dibinde en beter cehennem olsa da atlayayım isteyeceksin. İşte böylece tuhaf bir yanılsamayla, kendinden binlerce hayat mili uzaklaşmış olsan da, tuhaftır hakikatten bu yanılsama, bir anda kendine geri döneceksin. Kalbin yeniden sana ait olacak o zaman, ellerin sana geri gelecek ve bu çanta, bu palto senin üzerindeki bir şaka gibi duracak.
Hiç korkma, oldu mu?Çünkü hayat, kendini hayattan geri alanın önünde eğilir sadece. Gerisi sadece ödüldür. Ancak kendi kendine kavuşan insan geceleri köpeklerin saldırısan uğramadan uyur.
Yatakların altından canavarlar gider bir anda, evler ferahlar, sokaklar kıvırıla kıvrıla gıdıklar yeryüzünü. Yatakların altından canavarlar temizlenir, bir kere daha söyleyeyim.
Korkuları yenebilmek
Sana ne diyeceğim biliyor musun? Anladım ben bütün o masallarda neden canavarları öldüren bir garibana verdikleri prensesleri. Çünkü ancak korkuları öldürenler hak ediyor, o güzel kızları, kraliyet sofralarını, o sonsuz şölenleri. Ancak canavarları öldürenler ispatlıyor insanlara yeniden, korkuların yenilebileceğini.
Onlar işte, insanlığın aradığında bulacağı geri dönüş yollarındaki, beyaz, parlak, küçük çakıl taşları gibi duruyorlar. Hergün aslında onlar ve her gece, sana, bana, diğerlerine herkesin kendine ait olabileceğini, herkesin sadece kendine ait olduğunu söylüyorlar. Ah!ne güzel oluyor o zaman. Ne güzel oluyor uyandığın ilk sabah...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Bir Düşün İçinde Bir Düş


Alnına konsun bu öpüş!
Ve, şimdi senden ayrılırken,
İtiraf edeyim ki-
Günlerimi bir düş
Sayarken yanılmıyorsun;
Ama, umut gitmişse uzaklara
Bir gece ya da bir gün
Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın
Fark eder mi bu yüzden?
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
Yalnızca bir düş içinde bir düş.

Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
Haykırışları içinde duruyorum:
Ve altın kum taneleri
Tutuyorum avucumda-
Ne kadar az! Ama nasıl da
Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlerine
Ben ağlarken - ben ağlarken!
Ah Tanrım! Daha sıkı
Tutamaz mıyım onları?
Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız
dalgadan?
Bir düşün içinde bir düş mü
bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?

18 Ocak 2010 Pazartesi

Hayatımın Zirvesi

Ben eskiden (Ne çok söylemeye başladım ben eskiden, ben küçükken demeye, sanırım yaşlanıyorum) 35 yaşımda hep hayatımın zirvesinde olacağımı söylerdim. Ama sanırım inanarak söylememişim. Annem bana hep "seni 35 yaşından önce evlendirmeyeceğim" derdi. Annem sanırım inanarak söylemiş. Gerçi söylediğine şimdi pişman ama :) Bazen evlilik konusunda konuştuğumuzda dalgasını geçeriz bunun. Keşke demeseymişim öyle der. Aklıma başka bir şey geldi ve sordum. "Peki dedim göbek bağımı nereye attın" "Sanırım evde bir yere sakladım" dedi. "İşte" dedim "onun için ben evi seviyorum" "Aa" dedi "Sana her şeyi ben yapmışım" :) Bu işin esprisi tabii ki, ilk çocuk olduğumdan dolayı, tecrübesiz olduğunu her zaman söyler annem."Seni deneyerek yetiştirdik, kardeşinde tecrübe kazandık" Ama hiç bir zaman haklarını ödeyemem tabii ki.

Kabul ediyorum ki bazı şeyleri ben kendi kendime yaptım. İnatçı değildim, benden ne istenirse yaptım. Olabilecek şeyleri, başka şeylerin olmayacağını bilerek, yine de umut ederek bekledim. Ayağıma gelen fırsatları teptim. Nihayetinde beklediklerim olmadı, fırsatlarım kaçtı. Ümit etmek boşa çaba.

İyimserlik çabalarım ise boşa nafile, kendime duvarlar öreyim diyorum ama sanırım fazla kırılganım. Harcı karıştırırken ya çimentodan ya demirden çalıyorum. Kimseyi kırmayı sevmiyorum, ne savaşlardan ne kavgalardan hoşlanırım. Susmanın en büyük silahım olduğunu düşünürdüm ki bu da bir yanılgıymış. İnsanlar için susmak, büyük günah sayılıyor. Susuyorsan suçlusun. Ama insanlar acımadan, laflarını tartmadan iğneli oklarını sallıyorlar da sallıyorlar. Kimseyi kırmaya çalışmazken, kırılan hep ben oldum ve oluyorum.

Anladım ki sabır bir yere kadarmış. Artık hiçbirşeye ve hiç kimseye karşı sabrım kalmadı. Beklerken hayatımdan günler boşa gitti.

Evet 34 yaşındayım ve hayatımın zirvesindeyim, tersten