27 Aralık 2009 Pazar

Çimen Yaprakları

Şimdi beni avucunun içine aldın ya, kim olursan ol,
Herşey boşa gidecek birşey eksik kalırsa,
Açıkça uyarıyorum seni daha fazla üstüme gelmeden,
O sandığın kişi değilim ben, bambaşka biriyim.
Kim benim yolumdan yürümeye kalkar ki?
Kim talip olur benim dostluk ve sevgime?
Yol kuşkulu, sonuç belirsiz, yok edicci belki de.
Terk etmen gerekecek başka ne varsa, yalnız ben
umacağım senin biricik ölçütün olmayı,
Çıraklık dönemin bile uzun ve zorlu geçecek o zaman,
Vazgeçmen gerekecek tüm bir yaşam biçiminden
ve çevrendeki yaşamlara uyumundan,
O yüzden bırak beni başın daha fazla belaya girmeden,
çek elini omuzumdan,
Beni yere bırak ve kendi yoluna git.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Haz ve Izdırab

Sonra bir kadin konustu:
'Bize haz ve istiraptan bahset.'

Ve o cevap verdi:

'Hazziniz, istirabinizin maskesiz halidir.
Ve kahkahanizin yükseldigi ayni kuyu,
sik sik gözyaslarinizla dolar.

Baska türlü olabilmesi mümkün müdür?
Istirabin içinize kazidigi alan ne kadar
derin olursa, o denli çok hazzi içerebilir.

Ve sarabinizi tasiyanla, çömlekçinin firininda
yanan ayni kadeh degil midir?

Ve sesi ruhunuzu oksayan lavta, daha önce
biçaklarla oyulan tahtayla bir degil midir?

Kendinizi neseli hissettiginizde
kalbinizin derinliklerine inin.

Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren,
daha önce üzülmenize neden olmustu.

Üzgün oldugunuzde, tekrar kalbinize dönün.
Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan
bir sey için agliyorsunuz.

Bazilariniz, 'Haz, istiraptan daha anlamlidir' der;
digerleri ise, 'Hayir, istirap daha anlamlidir'.

Bense, ikisi birbirinden ayrilamaz, diyorum.

Onlar beraber gelirler.
Ve siz, bir tanesiyle masanizda otururken,
unutmayin ki, digeri de yataginizda uyuyordur.

Gerçekte siz, hazzinizla istirabiniz
arasinda bir terazi konumundasiniz.
Sadece bos oldugunuzda, hareketsiz
ve dengede kalabilirsiniz.

Bir hazine avcisi, altin ve gümüsünü tartmak için
sizi kullandiginda, haz ve istirap kefeleriniz,
ister istemez, yükselip alçalacaktir.'

8 Aralık 2009 Salı

Huzursuz Etmek İstiyorum

George Orwell "1984" adlı romanında despotizmin egemen olduğu bir dünyayı tasvir eder. Yönetim tek egemen güçtür. İnsanlar sindirilmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlaki ve insani duygular yok edilmiştir. Kimse düşündüğünü söyleyemiyordur ve kimse birbirine güvenmez.
Bu romanı George Orwell 1949 yılında yazmıştır. Orwell gelecek korkusuyla yazmış bu romanı ve ne yazık ki bir çok şey gerçek olmuştur.
Ray Brudbary nin yazdığı "Fahrenheit 451" kitabı ise, her ne kadar 87 yaşında iken inkar etse de, sansür ve otoriter devlet üzerineydi. Romanda “kitap, üzerine yönelmiş dolu bir silahtır” der devlet ve “Onlara felsefe ya da sosyoloji gibi şeyler verme, o zaman mutsuzlukları artar” der.
İki kitap biri 1949 yılında diğeri 1951 yılında yazılmış 2 roman. İkisi de bir ütopya! devlet üzerine kurulu.
60 sene sonra bugün ise sene 2010'a merdiven dayamışken, ne yazık ki yazdıkları romanlar ütopya olmaktan çıkmış durumda. Bilirler miydi acaba korktukları devlet şeklinin aynen yaşanacağını.
Herkes dinleniyor, herkes birbirini gammazlıyor, herkes paranoyak bir şekilde dinlendiğini düşünüyor. Kimsenin birbirine itimadı kalmamış.
Herkes birbirini vuruyor, her köşede bir cinayet haberi, ahlaki çöküntü ise almış başını gidiyor, tecavüzler her gün artıyor.
Ve diyorlar "Köşe yazarları ne kadar az yazarsa o kadar huzurlu oluruz" 4 maymunu oynayın diyorlar. Diyorlar ki. "Görmeyin, duymayın, konuşmayın, yazmayın. Okumayın, okursanız huzursuz olursunuz, görmeyin,duymayın, gördüklerinize ve duyduklarınıza inanamazsınız, konuşmayın, yazmayın huzursuz edersiniz. Huzur istiyorsanız, bizim seçtiğimiz gazeteleri okuyun, bizim kanallarımızı seyredin, sizler için seçtiğimiz televizyonu seyredin. Eğlenceli şeyler var televizyonda. Televizyon izleyin mutlu olun. Eğlenin, evlenin, hangi ünlü kimin bacağını sıkmış tramvayda öğrenin, yemek yapın, paylaşın, kavga edin. Ciddi şeyler okursanız, seyrederseniz, yazarsanız huzursuz olursunuz."
Huzurum kalmadı, huzurlu olanları da huzursuz etmek istiyorum ve elimden geldiğince de huzursuz edeceğim.

4 Aralık 2009 Cuma

İletişimsizlik

Teknolojik aletleri seviyorum. Teknolojinin her türünü severim. İlerde kendime ait bir evim olursa bir odasını teknolojik aletlerle donatmayı düşünüyorum. Neyse ama biz herşeyin olduğu gibi teknolojinin de b.kunu çıkartmayı başaran bir milletiz.
Ara kuşak diyorum benim yaş civarında olanlara. Herşeyin yenilendiği bir devire denk geldik. Teknolojinin geliştiği, başımızın döndüğü bir devir. Siyah beyaz televizyondan, renkli televizyona, tek kanallı televizyondan çok kanallıya, commodore 64 lerden bilgisayara, ev telefonlarından cep telefonlarına geçildiği bir zaman bir zamanımız. Tam bir ara kuşağız yani.
Çocukluğumda kurmalı telefonların olduğunu hatırlıyorum. Manyetolu mu deniyordu yoksa. Herneyse. Telefonun yanında kurma kolu vardı. Çeviriyordun ve karşına santral çıkıyordu. Santrale numaranı söylüyordun ve bağlıyordu. Şimdi düşününce çok ilginç geliyor. Zaman geçtikçe cep telefonları olmadan ne yaptığımızı da düşünür oldum.
Teknoloji ilerliyor ilerlemesine fakat bizim iletişimimizi kaybediyoruz. Bir çok insan birbiriyle iletişemiyor artık. Cep telefonları yalan söylemek için bulunmaz bir kaynak. " Abi evde değilim, şehir dışındayım" "Şarjım bitiyor, tel çekmiyor" gibi bir sürü yalanlar söylemek gayet mevcut hale geldi. Herkes birbirine yalan söyleyebiliyor artık.
Sanal bir dünyada yaşıyoruz. Arkadaşlıklarımız dostluklarımız, hatta aşklarımız bile sanal hale geldi. Sanalda tanıdığınız insanın, gerçekte çok daha farklı biri çıkma olma olasılığı hayli yüksek. Neden olduğundan farklı bir şekilde göstermeye çalışır kendini insan, bir türlü anlamış değilim. Olmak isteyip te olamadıkları yüzünden mi, yoksa kendi egosunu tatmin mi? Sosyologlara bırakalım bu konuyu.
Evet teknoloji iyi bir şey, güzel bir şey ama kullanmasını bilene. İletişimizi kaybediyoruz. Nasıl iletişim kurulur bilmiyoruz. Hatta telefonda nasıl konuşulur onu bile unuttuk. Bu en çok iş yerimde başıma geliyor. Sanırım telefonları cep telefonları gibi sanıyorlar ve numaralarının gözüktüğünü. Arıyorlar ve "Bana x kişiyi versene", "y kişiyi ver bana", "orası neresi" gibi soruları soruyorlar. Ya da "X abi sizde şu var mı","Y orda mı","Z malının fiyatı ne kadar" gibi sorular soruyorlar telefonu açar açmaz. Telefon kullanma şekli değişti mi? Ben mi yıllardan beri yanlış biliyordum. Benim bildiğim önce kendini tanıtırsın. Aradığın yer olup olmadığını teyit edersin. Kiminle görüşmek istiyorsan onu istersin. Ya da ne istiyorsan onu söylersin. Budur ve bu çok basit bir iletişim kuralıdır. Yani en azından ben öyle gördüm. Ya da kurallar değişti benim haberim yok. Değiştiyse kurallar bana da haber verirseniz sevinirim. Geri kalmayayım.
Bol iletişimli günler dilerim.

1 Aralık 2009 Salı

Mutlu Aşk Yoktur

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur

Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur

Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da