28 Ağustos 2009 Cuma

Notlar



Kardeşim ve ben. En masum günlerimizde, kirletilmemiş, kirlenmemiş, tamamen saf ve doğal. Köye gidiyorum bir kaç gündür. Eski fotoğrafları bulup geçmişe yolculuk yaptım biraz. Ve bir kaç foto da çaldım annemin albümünden, haberi yok resimleri alıp taradığımdan, yüklediğimden, paylaştığımdan, kızıyor. :) Nazar değeceğini düşünüyor herhalde. Değdiren zaten değdirmiştir zaten anne dedim. Belki de teğet geçmiştir, bilmiyorum. Pastadaki mumlara bakılırsa 7 yaşına giriyorum. Hayal meyal hatırlıyorum bu anı. Okumayı öğrenmiştim, kimse öğretmeden, yaşlılara öğretilen okuma yazma programından ve okumuştum, annemin şaşkın bakışları eşliğinde, kimbilir neler umut etmişti. Özür dilerim anne büyük adam olamadım. İnsan yaşlandıkça geçmişi daha çok düşünüyor oluyor sanırım. En azından benim için öyle.
Köye gidiyorum. Çok fazla geçmediği halde köyde çocukluğum sanki 33 yıldır köydeyim. Köyün huzurunu seviyorum. Sessizliğini, beynimi boşaltıp ateş böceklerini seyrediyorum. Ben hiç ateş böceği görmemiştim. Gördüm ve büyülendim. Onları seyrediyorum, cırcır böceklerinin şarkılarını dinliyorum, gözlerim kapalı, beynim boş gece yarısı ve hava serin, bu serinliği de seviyorum. Üşümek, sadece hafiften esen rüzgarı hissetmek, ateş böceklerinin, cırcır böceklerinin şarkılarıyla, ışıkla dansını seyretmek gerçekten keyif verici. Eskiden köye gitmeyi sevmezdim. Şimdi daha çok seviyorum. Aradığım sessizliği ve huzuru buldum orada. Sanırım her şey bittiğinde, adımın anlamını gerçekten taşımaya başladığımda köyüme yerleşeceğim.

Foto hakkında not: Bir arkadaşımın yorumu: " Sizin göbekli olacağınız o zamandan belliymiş. Pastaya bakışlara bak :) "

Ayaküstü Yaşanmış Aşk Hikayeleri

1
"bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,
bildiğim ancak aşıkken var olduğum...
işte bu yüzden, benim için aşık olmak;
çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.
'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar
hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '
demiş La Rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum..."
2
her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
bir bakıştan, bir duruştan,
çağrışımın sonsuz hızından
unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.
belki de yaşanabilecek en güzel serüveni
terk edeceğim
daha otobüsün ilk basamağında.
kim bilebilir ki?
sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek
ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
otobüs camına bağrında bir ok ile
bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
bu da ötekiler gibi,
kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
yaşayıp gidecek..
3
şimdi hemen kalksam buradan
hemen çıksam uzun sokaklardan birine
kiminle karşılaşabilirim
kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden
geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen
bir ölümcül sevda hangi köşe başında
keser yolumu
bir tenhaya ulak olan
o suret avı
bırakır mı yakamı
haracı ödenmeden
bırakır mı yakamı
bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden
ak kağıda düşürülmüş
imzasını görmeden
bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden
4
hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden
her aşk, her şiir
ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,
küskün omuzlu terk edilmişliklerden,
perspektifinde hep bir sokak taşıyan
o sessiz
o faili meçhul cinayetlerden
resim altı sözcüklerden
aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden

bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti
elle bilenmiş sözcükler,
yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı
nabzımın atışına ayak uyduran vezninde
gece adımları şiirlerimin
bırakır mı yakamı yaşadıklarımı
dökmeden imgelerin giysilerine
hayatın maskelenmiş gerçekliğine
upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için
yeniden ve yeniden.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Bulunmaz Hint Kumaşı

Bulunmaz hint kumaşı zannediyorsun kendini. Tepende neon ışıkları yanmıyor. İnsanlar etrafında pervane değil. Ulaşılmaz değilsin. Şımarıksın. Yanlış zamandasın ve yanlış kişileri örnek alıyorsun. Kırdığın halde -hem de birden çok defa- kırdığının farkında bile değilsin. Kimseye eyvallahı olmamak, kimseyi takmamak, umursamamak değildir. Yanlış biliyorsun. Arkadaş olmak istiyorsun, arkadaşlığı geçtim dost olmak istiyorsun. Ama dostlarım benim sorunlarıma boşvermez. Şımarıksın sadece senin sorunların var, sorun dinlemek istemiyorsun. Hislerimin sana karşı hala aynı olduğunu zannediyorsun sanırım beni, aptal aşıklar gibi peşinde pervane olanlarla karıştırıyorsun. Yanılıyorsun,yanıldın hep yanılacaksın. Hayatımın sahnesinde senin oynadığın rol bitti.

Heyecanlar

yazın mavi akşamlarıyla ineceğim patikalara
buğdaylarla bezeli ufak otları çiğneyerek:
ayaklarımda o tazelik, aklım bir karış havada
bırak yıkasın çıplak başımı rüzgar diyerek

konuşmayacağım, düşünmeyeceğim bir an bile:
lakin tırmanacak içimde bitmek bilmez aşk
ve ben uzağa, uzaklara gideceğim derbedercesine
doğayla, ve mutlu, sanki bir kadınlaymışçasına

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Dorukların Uykular Üstünde Yükseldiği Yer


Büyük kayalar bana dedi ki aramıza geliyorsun ama
Seni saran bu yürek yok mu hiç yeryüzünde
Başımı salladım ve öldü diye yanıtladım
Dilsiz koca kayalar diz çöktüler önümde.

16 Ağustos 2009 Pazar

Ruh Ölümü

Ruhumun ölümü gerçekleştirdim. Öldürdüm onu bir daha hiç yara almaması için. Ruh ölünce beden ne yapar? Yaşar öylesine, anlamsızca amaçsızca. Özlem duygum yok, sevgi, nefret, kin hiçbir şey hissetmiyorum artık, düşünmüyorum bile sadece bedenim yaşıyor. Deli gibi kitap okuyup, film seyrediyorum, kelimelerin anlamını düşünmeden, filmlerin mesajlarını irdelemeden. Sadece okuyup, seyrediyorum.
Dışarı çıkıyorum, bir kafeye oturuyorum, insanları seyrediyorum, seslerini dinliyorum. Herkes aynı kalıptan çıkmış gibi. Hepsi boş geliyor, anlamsız konuşmaları beynimin içinde yankılanıyor. Kelimeleri toplayıp, bir anlam çıkartayım diyorum ama hiçbir anlama gelmiyor kelimeler ya da ben anlamlandıramıyorum kelimeleri. İnsanların konuştuğu dili bile anlamıyorum artık.
Herkes konuşuyor,annem, babam, kardeşim, patronum, arkadaşlarım, dayılarım, teyzelerim, herkes ama herkes konuşuyor ve bunların hiçbirini anlamıyorum. Her tarafta ses var çok ses var. Benimse anladığım sadece başımın deli bir şekilde ağırdığı. Ruh ölümünü gerçekleştirdim. Beden ölümü ne zaman olur bilmiyorum. Ama aklımda hep bir kare var. Filmin adı "Pi"...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Orada Kimse Var mı?

Bugün size ne aşktan, ne şiirlerden,ne filmlerden, ne kadınlardan, ne erkeklerden, ne kendimden bahsedeceğim.. İnsanlıktan bahsedelim biraz.

Hepimizin bildiği, artık hergün görmekten duymaktan bıktığımız bir cinayet var. Münevver Karabulut cinayeti. O kadar salkım saçak olmuş durumdaki, yeri bilindiği ve görüldüğü halde yakalan(a)mıyor Cem Garipoğlu denen şahıs. Bir insan katledildi. Basın sayesinde Cem Garipoğlu'nu savunan insanlar var ve fan sitesi oluşturulmuş. Bu bana Katil Doğanlar filmini hatırlattı. Bir insan katledildi ve bu bir tane değil. Her gün onlarca, yüzlerce insan katlediliyor. Gazetelerin üçüncü sayfasında kısacık haber olarak çıkıyor ve duymadığımız, basına yansımayan o kadar çok insan katli var ki.

Hayvanlar için bir tas su bırakın kampanyası başlatılmış. Yanlış anlaşılmasın hayvanlara karşı değilim. Hatta severim hayvanları, güzel bir uygulama amma peki dışarda kalan, evlerinden dışarı atılan, yetmezmiş gibi işlerinden atılan insanlar. Artık onlarca, yüzlerce insan köprü altlarında yaşıyor

Tarih 17 Ağustos 1999 saat gece 03 suları, hepimizin hatırladığı, kimimizin yaşadığı bir deprem yaşandı. Onbinlerce insan hayatını kaybetti. Resmi rakamlara göre 20bin, resmi olmayan rakamlara göre 30 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Olağan üstü hal ilan edilmesi gerekirken edilmedi. Bir çok ülkeden yardımlar geldi, bir kısmı ulaşmayan, bir kısmı alaşağı edilen yardımlar.

İnsanların barınmaları için evler yaptırıldı. Deprem konutları, prefabrik evler yaptırıldı. Aradan 10 sene geçti ve şimdi İran'ın yaptırdığı deprem konutlarından insanları çıkartıyorlar ve burayı vilayet lojmanları yapıyorlar. Bu insanların bir çoğu işsiz artık ve köprü altlarında yaşıyorlar.

Dün çarşıda dolaşırken bu insanların evlerini tekrar geri almaları için düzenlenen imza kampanyasına şahit oldum ve 6 kişi vardı. Sadece 6 insan, bu insanlar için uğraşıyordu ve kimse imza atmaya yanaşmıyordu. Sanki orada kimse yoktu. Herkes kendi derdine düşmüş, öylece yürüyordu. Attım imzamı ve pek çok insanın yaptığı gibi sahte isim ve soyadımla değil. Gerçek ismim ve soyadımla.

Orada kimse var mı? Bu insanlar sadece imza bekliyor evlerine tekrar kavuşabilmek için. Herşeyden önce İNSAN

scream

çok mu önemlidir anlamak, anlaşılmak? Neden kimse beni anlamıyor diyorum ki? Ben kendimi anlayabiliyorum mu da anlaşılmak istiyorum. Kendime sorduğum ne çok soru var bu aralar

7 Ağustos 2009 Cuma

DE GÜLÜM

de gülüm! De ki: ela birgünde geleceğim
istanbul darmadağın olacak, saçlarım
darmadağın. Hepsi, darmadağın!
üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,
ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!

de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir
sevgi, bitmiştir güven!
güven bana gülüm!
sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
hasretten - hakikatten- ten değiştiren yüzüm!

göreceksin gülüm! Bekle!
hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere
hainlere, ezilmelere alışacak...
göreceksin – sevinçten ağlayacaksın gülüm - ki
işte o vakit bana – doğrudur! -
şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!

bak! şiirler var, mektuplar var, çocuklar var
sokaklar var, kediler!
inan bana gülüm, ölüm yok bir tek! ölüm yok bize!
ölüm inananlar için sessizce
kara kaplı kitaplardan çıkartılacak...
göreceksin gülüm! bekle, göreceksin!
Artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz
Bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak

4 Ağustos 2009 Salı

...

Küçükken hiç oyuncağım olmadı benim. Başkalarının elinde oyuncak oldum. Her söylenene inandım. Hala da inanırım. Sevgili annem beni kandırmayı çok sever. Bir teyzemizin daha olduğu yalanına yıllarca inandım. Oysa ben olmayan teyzemizi çok sevmiştim. Yıllarca onunla tanışma hayali kurdum. 3 teyze neyime yetmiyorsa...

Büyüdüm annem hala beni kandırmaya çalışır. Üstelik başarır da çok mu safım acaba. Sade annem olsa iyi teyzelerim de annemle ortak olur hep beraber yalanlarına ortak ederler beni. Saf ben inanırım, 4 kadın söylüyor inanmayıp ta netçen. 1 hafta 2 hafta hatta bazen bir ay sürdürürler bu yalanı. Aradan geçen zaman sonra anneme konuyla ilgili birşey sorduğumda " üfff Özgür ne safsın, yalan söyledik sana" der. Derim niye beni kandırıyosunuz diye de sen de inanma der annem hep. Evet evet safım ben, kandırılmaya müsaitim. Kandırın beni!

Bu arada yanlış anlaşılmasın, söyledikleri yalanlar asla canımı acıtacak yalanlar değil, onu yapmazlar zaten. Canımı acıtacak yalanları başkaları söyledi. Neyse geçelim.

Oyuncaklardan bahsediyordum ben. Nerden nereye geldim. Dediğim gibi küçükken hiç oyuncağım olmadı. 5 yaşındaki çocuk ne yapar? Oyuncakçılara girer, oyuncakları karıştırır, şunu bunu ister. Ama ben ne yapıyordum. Kitapçılara girip, kitapların resimlerine bakıyordum ve kitap istiyordum. Hala der annem küçükken de cinstin, hala cinssin. Evet cinsim! Bu yüzdendir çizgi romanlara hasta olmam, çizgi filmleri sevmem. Dün akşam kuzenimi sinemaya götürdüm. Abi, dedi, ilk defa senin yaşında birinin çizgi filmleri sevdiğini gördüm dedi :) Ne yapayım. Renklerin gizemli dünyasında kaybolmayı seviyorum. Beni benden alıyor. Tasadan dertten uzak 2 saat geçiriyorum. He oyuncaklar, artık var oyuncaklarım kah ben alıyorum, kah kardeşim alıyor. Her doğum günümde kardeşim oyuncak alır bana. Bazen kendime doğum günü yapıp ben kendime hediye alırım. İçimdeki çocuk büyümedi. Oturdu kaldı oturduğu yerde. Büyümesin o da büyürse ben kiminle oynayacağım!

Kitapçılar demiştim bir yerlerde. 5 yaşında kapı numaralarını okurdum. 6 yaşında trt de büyüklere okuma yazma öğreten bir program vardı. Ordan öğrendim okumayı, annem öğrendiğinde okumayı bildiğimi kısa bir şok geçirdi. Belki de uzundur bilmiyorum. İlk kitaplarım çizgi romanlardı. Zagor ve Red Kit, sonra Ten Ten ve Asterix geldi. En büyük avantajım babamın Seka da çalışmasıydı. Kırpıntıdan kitap getirirdi. Ne salak insanlar derdim kitapları atıyorlar. Kitaplar atılır mı hiç. Onlar en büyük hazine. Onlar atıyor, kitaplar bana kalıyordu ne güzel.Uzun bir süre kitaba para vermedim. Ama bu beni şımartmadı tabii, kitaplar çok pahalı diye hayıflanmadım hiç, aldım birsürü kitap, hala da alırım. Annem ( biliyorum çok annem dedim) derdi ki; "bu kadar okuma en sonunda kafayı yiyecen" Haksız çıkartmak istemedim annemi. Kapı gibi raporum vardı. Üzerinde Bipolar bozuk yazan. Kayboldu ama raporum, bir daha da almadım. Herkese diyorum düzeldim. Herkes beni akıllı sanıyor. Ama şşşş kimseye söylemeyin aramızda kalsın. Ben normal değilim!